Karinemiz Masumiyettir. Lekelenmeme Hakkına, Leke Sürme Hakkımız Yok
Çiğdem Yorgancıoğlu 30 Agustos 2017
http://www.cigdemyorgancioglu.org/-
Hukuk ve Ekonomi'de 30 Ağustos'ta yayımlanmıştır.
Hümanist doktrin, suçu ne olursa olsun suçlunun insan olduğu ve insan haysiyetinin korunması gerektiğini savunur. Diğer yandan bir suçun ispat yükü bağlamında sanık suçsuzluğuyla ilgili delil göstermekle yükümlülü değil bilakis Iddiada bulunan iddiasını kanıtlamakla yükümlülüdür. Öte yandan sanığın mahkûm edilebilmesi için “suçsuzluk karinesini”n elimine dilmiş olması icap eder bir diğer deyişle ancak sanığın suçu işlediğine dair kesin bir yargıya, vicdani kanaate ulaşılması halinde mahkumiyeti sözkonusudur.
Burada bahsedilen “Suçsuzluk karinesi” Kıta Avrupası Sistemi’nde 26 Ağustos 1789 tarihli Fransız Kişi ve Vatandaş Hakları Bildirgesiyle yaygın hale gelmiş olan Anglo Sakson gelenekten geçen hukuki bir kavram. Fransız Kişi ve Vatandaş Hakları Bildirgesi incelendiğinde bir kimsenin “suçlu” olarak ifade edilebilmesi ve hakkında cezai yaptırımların uygulanabilmesi için kesin hükümle mahkum olması gerekmektedir. Kişi hakkında mahkûmiyet kararı verilebilmesi için hakim hükme esas olacak vicdani kanaatini usul ve yasada belirlenen prensipler çerçevesinde elde edilecek şüpheden ari delillere istinaden oluşturmalıdır
Külliyatın araştırılması sırasında “masumiyet karinesi” ve “suçsuzluk karinesinin” doktrinde terminolojik (ıstilah) açıdan sürekli karıştırılmakta olduğunu görmekteyiz . Suçsuzluk karinesi”nin Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) ve Anayasa’da ne şekilde düzenlendiğini incelediğimizde tercihin ne yönde yeraldığı bilgisine ulaşabiliriz. Türkçe tercümesi Danıştay’ın resmi sitesindeki hali esas alınarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel [i]Beyannamesi’nin 11. maddesinde “Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır” ifadesine yer verilmiştir. Benzer şekilde Anayasanın 38 inci. maddesinin 4üncü. fıkrasında da “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” ifadeleri kullanılmaktadır. Bu anlamda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ve Anayasada da “masumiyet “yerine “suçsuzluk” kavramının tercih edildiği görülmektedir. Bu meyanda “Suçsuzluk Karinesi”, AİHS’nin 6ıncı maddesinde adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak 2inci fıkrasında hüküm altına alınmış olup, Anayasanın 15.inci maddesinde de temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının durdurulması başlığı altında çekirdek haklar arasında ve suç ve cezalara ilişkin 38inci Maddede hüküm altına alınmıştır.
Herhangi bir suç ithamıyla karşılaşan kimsenin suçluluğu hükmen sabit olana dek suçsuz adledilmesi anlamına gelen suçsuzluk karinesi ve masumiyet karinesiyle ilgili doktrin açısından terminolojik ikamelere dair ir başka kaynak da ECHR(AİHM)dir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (the European Court of Human Rights- ECHR) resmi sitesindeki http://www.echr.coe.int Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde 6ıncı. maddenin ikinci fıkrasında, masum sayılır anlamına gelen “presumed innocent” ifadesinin kullanıldığını görmekteyiz. Diğer yandan Avrupa Parlamentosu ve Konsey Direktifi için öneriler dikkate alındığında Açıklayıcı Memorandum (Explanatory Memorandum) bölümündeki maddede; şu ifade dikkat çekmektedir. “Bu öneri, ceza yargılaması aşamasında şüpheli ya da sanıkların haklarının bazı yönlerini güçlendirmeyi ya da Avrupa Parlamentosu genelinde suçlayan kişilerin, kesin bir kararla suçlunan kişilerin suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar masum olduklarını varsaymayı esas almaktadır” (This proposal for a Directive of the European Parliament and the Council aims to strengthen certain aspects of the right of suspects or accused persons in criminal proceedings throughout the European Union to be “presumed innocent” until proven guilty by a final judgment)[ii]Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin Adalet Bakanlığı’nın sitesindeki tercümesinde 6ıncı maddenin ikinci fıkrasında “suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.” ifadesi yer almaktadır. Yani “masumiyet” kavramı tercih edilmektedir.
Ceza Muhakemesi Kanun160ıncı maddesine istinaden bir suçun işlendiğine dair basit şüpheye ulaşan veya kendisine bu yönde bir ihbar veya şikayet gelen Cumhuriyet Savcısı (CS), doğrudan veya emrinde bulunan adli kolluk vasıtasıyla delilleri toplar, şüphelinin veya şüphelilerin kim veya kimler olduğunu öğrenmeye çalışır ve öğrenir. soruşturma ve araştırma olarak anılan sreçteki gaye maddi gerçeğe ve adalete ulaşmak, işlenmiş suçu cezasız bırakmamak, ancak şüphelinin de masumiyet/suçsuzluk karinesini ve lekelenmeme hakkını, yani dürüst yargılanma hakkını koruyup gözetmek, haksız ve yersiz yere suçlanıp damgalanmasını önlemektir. Savcı, soruşturduğu suç ve fail veya failleri hakkında hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde ettiği delillerden sucun işlendiğine dair yeterli şüpheye ulaşırsa kamu davası açmak için iddianame düzenler, yoksa kovuşturmaya gerek olmadığına karar verir. [iii]Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi IGUL Direktrlüğünn Ceza Muhakemesi Hukuku Başvuru Kitabında şu şekilde tanımlanıştır Eğer şphe iddianame dzenlemeye “ yeterli” ise v iddianame mahkeme tarafından Kabul edilirse “sanık” dını vermektedir (CMK 175) Mukayeseli hukukta sanığa duruşma sırasında ceza davalısı tanık (Angeklakter) denilmektedir ve böylece muhakemenin her evresi bakımından şüpheli veya sanığın değişik bir hukuk durumunda olduğu vurgulanmaktadır. Bu meyanda iddianamenin eksik olmaması, CMK m.170 ve 174'e göre hazırlanması gerekir, aksi takdirde mahkeme iddianameyi iade eder. Cumhuriyet savcısı (CS) , CMK m.160/2 uyarınca şüphelinin sadece aleyhine olan delilleri değil lehine olan ya da olabilecek delillileri de toplayıp değerlendirmek mecburiyetindedir. Zira şüphelinin “lekelenmeme” ve “dürüst yargılanma” hakları vardır ve savcı bu hakları muhafaza etmeye mecburdur. CS önüne gelen şikayet veya ihbarı; peşinen doğrudur, yani "suç işlenmiş ve faili de şikayet veya ihbarda gösterilen şahıstır" ön kabulüyle mutlak karine olarak varsayarak doğrudan iddianameye dönüştürmez, Evvela soruşturma açması gerekir, iddianın doğruluğunu araştırdıktan sonra şayet iddia ile ilgili kamu davası açılmaya yeterli şüpheyi gösteren delillere ulaşırsa iddianamesini yazıp mahkemeye gönderir. CS, soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı suçlar açısından şikayet hakkı olan kişinin şikayet ve beyanlarını dikkate almak zorundadır. CS, şikayetçinin şikayeti ile değil de başka bir şekilde öğrendiği veya sonradan şikayete bağlı olduğunu anladığı veyahut şikayetçinin şikayet ve beyanının olmadığı suçlarda, şikayetçinin şikayet ve beyanını almakla mükelleftir. Ayrıca, suçun takibi şikayete bağlı değilse ve soruşturmanın tamamlanması için de ihbar edenin beyanına gerek yoksa veya takibi şikayete bağlı olup da ilgilinin şikayeti alınmışsa, CS yürüttüğü soruşturmayı tamamlar. Esas itibariyle CS’nin şüphelinin savunmasını alması ve almadan da dava açmaması gerekir ne var ki CMK'da, iddianamenin kabulü için şüphelinin savunmasının alınmasına dair zorunluluk öngören bir hüküm mevcut değildir. Uygulama açısından bakıldığında; davete icabet etmeyen, zorla getirilemeyen ve yakalanamayan, yani kendisine erişilemeyen şüpheli olduğunda iddianame düzenlenmektedir. Ancak bu durum istisnaidir ve kendisine ulaşılabilen şüpheliye savunma ve delillileri soruşturma aşamasında da sorulması hakkaniyetlidir. Kovuşturma aşamasındaysa, bazı istisnalar hariç sanığın sorgusu yapılıp savunması alınmadan beraat, durma ve düşme kararları ile para ve müsadere cezaları hariç duruşma yapılıp bir karara varılmaz. Bilindiği üzere, sanık sıfatının ortaya çıkması Ceza Muhakemesi Kanunu(CMK)na göre iddianamenin kabul edilmesiyle yani kovuşturmanın başlamasıyla söz konusudur. Bu arada AİHM içtihatlarıyla sanık kavramının iç hukuktan bağımsız bir şekilde ele alındığını ve adil yargılanma hakkının geniş bir uygulama alanı bulunduğunu da hatırlatmakta fayda var. Neticede kovuşturma sırasında, sorgusu yapılmayan sanık hakkında ertelense, paraya çevrilse veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilse dahi hapis cezası kararı tatbik edilmesi mümkün değildir.
Neticede; şüphelinin “suçsuzluk karinesi” veya “masumiyet karinesini”, diğer yandan lekelenmeme ve savunma haklarını korumak icap eder yani şüpheliye "suçlu" muamelesi yapılamaz. Bu sebeple, somut deliller toplanıp değerlendirilmek suretiyle kafi miktarda şüpheye ulaşmadan, “mahkeme icabına bakıp değerlendirsin” şeklinde dava açılmaz.Nitekim CMK m.170inci maddesinin 4üncü fıkrasında, iddiaya konu eylem ile delillerin ilişkilendirilmek suretiyle iddianamede açıklanması gerektiğini belirtmektedir. Pratikte, medya [iv] basın ve seçim suçları vb konularda maddi gerçeğe ve adalete ulaşmayı engelleyecek kısalıkta (mürürüzaman) zamanaşımı süreleri öngörüldüğünden, bu nevi suçların davasız kalmaması gayesiyle soruşturmalarının bir an önce tamamlanıp davalarının açılmasına gayret gösterilmektedir.
Bu durum muvacehesinde, mezkur hükümlerde, kamu davası açılması için öngörülen süreler oldukça kısadır. Bu sürelerde iddianame düzenlenip kamu davası açma zorunluluğu, kanunlarda tanımlanan sürelerde yerine getirilemezse, ya soruşturmanın tamamıyla ortadan kaldırılmasına ya da dava açıldıktan sonra bu durum anlaşıldığında da davanın düşmesine karar verilmesi söz konusudur. Bu da Kanun koyucunun bu süreleri uzatması ve suçların karanlıkta kalmaması zaruretini ortaya çıkarmaktadır zira kısa sürede delilleri toplayıp soruşturmayı tamamlamak her zaman mümkün olamayabiliyor. Şüphesizki “geciken adalet adalet değildir” ancak her zaman soruşturmaların hızlı bir şekilde bitirilmesi imkanı bulunmadığından; bu minvalde özel soruşturma süreleri yerine, soruşturma sürelerinin tümünü "Dava zamanaşımı" başlıklı TCK’nın .66ıncı maddesi kapsamında ele alınmasının isabetli olacağı fikri ortya çıkmıştır. Ceza soruşturmasının kısa sürede tamamlanamadığından ve dava açılamadığından bahisle, maddi gerçeğin üstü kapatılamaz ve adaleti tesis etme gayesi engellenemez. Uzman hukukçular esasen soruşturmaya süre sınırlandırılması getirilmesi fikrinden de vazgeçilebileceğini savunmaktadırlar. Tabi bunun keyfiyete bırakılması değildir esas olan. Savunuculara göre; işlendiği tespit olunan fakat henüz karanlıkta olup delillere ulaşılması için zamana gereksinim duyulan soruşturmalarda, soruşturma zamanı yetkisinin kötüye kullanılmaması ve özellikle tutuklama tedbiri gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile yakından ilgili olan tedbirlerin mağduriyete yol açmasına sebebiyet verilmemesi kaydıyla süre sınırlaması öngörülmemelidir.
Türk Ceza Yargılaması Hukuku’nda, kovuşturma evresinde “re’sen araştırma” ilkesi, yani mahkemenin delil toplaması usulü kabul edilmediğinden CMK’nm.160ıncı maddesine istinaden delil toplama yükümlülüğü ve yetkisi CS’na aittir.[v]
Sanığın savunma delillerinin toplanması istemi 271 Sayılı.lı Ceza Muhakemesi Kanunu 177inci maddeye istinaden(1)Sanık; tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün önce mahkeme başkanına veya hakime verir. (2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine derhal bildirilir.(3) Sanığın kabul edilen istemleri,CS’na da bildirilir”.[vi] Yani bu maddeye göre mahkemeye doğrudan delil toplama yetkisi verilmeyip, henüz duruşma başlamadan ve duruşma hazırlığı evresi ile sınırlı olacak şekilde sanık ve müdafiine delil sunma ve bu delillerin toplanmasını mahkemeden isteme hakkı tanınmıştır. Diğer yandan CMK m.206ıncı maddesi delillerin ortaya koyulması ve reddine ilişkin usulü düzenlenmiş olup, CMK 207inci maddede de delil ve olayın geç bildirilmesinin bu delil ve olayın ortaya koyulması isteminin reddi için yeterli olmayacağı ifade edilmiştir.Burada gay eve mantık mümkün mertebe mahkemenin tarafsızlığını korumak ve kovuşturmanın kısa müddette, yani bir duruşma veya sıralı birkaç celsede tammamlanmasını temin etmektir. Bu nedenle kanun koyucu CMK m.190ıncı madde birinci fıkrasına göre; “Duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hallerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir, şeklinde “Ara verme” başlıklı bir düzenlemeyi kabul etmiştir.
Konuyla ilgili açıklama yapan Türkiye Adalet Bakanı Abdülhamit Gül,:''Soruşturma yapılmasına yer olmadığına dair kararlar, ilgili kolluk birimine de bildirilip, kolluk kayıtlarının düzeltilmesi, ayrı bir sistemde tutulması sağlanacaktır. Böylece; asılsız şikayete konu olan kişinin, iradesi dışında oluşmuş kayıtlar üzerinden yeni mağduriyetlere uğraması engellenecektir.''şeklinde konuştu.
Twitter hesabından yaptığı açıklamada, yeni KHK ile 'Lekelenmeme Hakkı'nın daha güçlü bir güvenceye kavuşturulduğunu belirten Türkiye Adalet Bakanı Abdülhamit Gül "Temel insan haklarının en başında, insan haysiyetinin korunması gelmektedir. İnsan haysiyetinin korunmasının en önemli unsurlarından biri ise kişinin ‘Lekelenmeme Hakkı’dır" diyen Gül, "Yeni KHK'da, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 158. Maddesi'ne eklenen fıkra ile ‘Lekelenmeme Hakkı’ daha güçlü bir güvenceye kavuşturulmuştur" ifadelerini kullandı.[vii]
Gül'ün Twitter'dan yaptığı açıklamalar şöyle: "Düzenlemeyle, soyut ve dayanaksız ya da konusu suç oluşturmayan şikâyetler için soruşturma öncesi ön değerlendirme süreci getirilmiştir. Bu tür ihbar ve şikâyetler üzerine; artık doğrudan soruşturma yapılması, kişilere yersiz biçimde şüpheli sıfatı verilmesi ve kişilerin gereksiz biçimde soruşturma işlemlerine muhatap edilmeleri söz konusu olmayacaktır."
Yapılan açıklamalar da şu şekildeydi. "Öncelikle fiilin suç oluşturmadığının bir araştırma yapılmasını gerektirmeyecek derecede açık anlaşılıp anlaşılamadığı dikkate alınacaktır. İhbar ve şikâyetin, soyut ve genel nitelikte olması veya konusunun suç oluşturmadığının açıkça anlaşılması durumunda soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilecektir. Vatandaşın ‘Lekelenmeme Hakkı’nın azamî derecede korunabilmesi için de, şikâyet edilen kişiye şüpheli sıfatı verilmeyecektir. Bu tür ihbar ve şikâyetler ile soruşturma yapılmasına yer olmadığına dair kararlar için savcılıkta ayrı bir kayıt tutulacaktır. Soruşturma yapılmasına yer olmadığına dair kararlar, ilgili kolluk birimine de bildirilip, kolluk kayıtlarının düzeltilmesi, ayrı bir sistemde tutulması sağlanacaktır. Böylece; asılsız şikâyete konu olan kişinin, iradesi dışında oluşmuş kayıtlar (suç ve soruşturma kaydı gibi) üzerinden yeni mağduriyetlere uğraması engellenecektir. Soruşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin kararlara karşı ihbar ve şikâyette bulunanların itiraz hakkı da bulunacaktır. Böylece, lekelenmeme hakkı ile hak arama hürriyeti arasında gerekli denge de kurulmuş olacaktır. Yeni düzenlemeyle asılsız ihbarla işlem yapılmayacak, kişinin şeref ve itibarı güçlü bir biçimde korunacaktır. İftira başta olmak üzere, suiniyetli söz ve eylemler üzerine açılan soruşturmalar, engellenmiş olacaktır. Böylece, AK Parti hükümetlerinin insan haklarını genişletmeye, kişi onur ve haysiyetini korumaya yönelik reformlarının devamı mahiyetinde önemli bir düzenleme gerçekleştirilmektedir."
Düzenlemenin ardından, medyaya yansıyan kritikler gündeme geldi bu vesile ile ben de sosyal medya hesabımdan yaptığım bir paylaşımı ekleyerek makaleme son vermek ve sırf iktidara ynelik otomatik pilotta reflex haline gelmiş bir karşı olma durumunun rasyonel olmadığına dikkat çekmek istiyorum
Türk Ceza Kanununda, lekelenmeme hakkından kaynaklanan kişisel hakların korunması gayesiyle yani insan onurunun korunması amacıyla, lekelenmeme hakkının ihlaline sebep olan bazı eylemleri suç olarak kabul etmek suretiyle lekelenmeme hakkını koruma altına alındığı doğrudur ama TV kanallarına çıkıp yeni uygulamayı müstehzi bir şekilde küçümseyen ve sadece geçmişteki hataların bir itirafı olarak değerlendiren Hukukçu ve Kanaat önderlerine soruyorum."Yani nasıl olsa mesnetsiz şekilde iftira atan cezalandırılacaktır" deyip işi oluruna bırakıp, önce "ön inceleme" yapılmaksızın kişiyi şüpheli hale getirelim sonrası gelir, aklanırsa aklanır .. mı deselerdi?. Devletin bireyi bir suçla itham ettiğinde, kesinleşmiş bir mahkeme hükmü verilinceye kadar, kişinin maddi, manevi varlığını her türlü haksız saldırıdan korumakla yükümlüğünü uygulamalar açısından da pekiştiren . İyileştirmelerin arkasında durmak, noksanlık ve hatadan söz ediliyorsa hatadan dönmenin de desteklenmesi gerekmez miyidi.? Çiğdem Yorgancıoğlu - Ağustos Hukuk Terazisi Esintileri 2017
-
.
[i] İnsan Hakları Beyannamesi -http://www.danistay.gov.tr/upload/insanhaklarievrenselbeyannamesi.pdf
[iii] Ceza Muhakemesi Hukuku Başvuru Kitabı - Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi IGUL Direktrlüğü Yayın No 2017-1 - III Uzlaştırma ve Mağdur Hakları Bölümü ,Sayfa 27 ,5 .paragraf - Prof. Dr. Feridun Yenisey , Prof. Dr. Ayşe Nuhoğlu , Av. Rıfat Çulha ,Fahrettin Demirağ,Av Dr. Salih Oktar, Prof Dr.Durmuş Tezcan
[iv] 5187 sayılı Basın Kanunu m.26ıncı madde 1inci fıkrası “Basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanunda öngörülen diğer suçlarla ilgili ceza davalarının bir muhakeme şartı olarak, günlük süreli yayınlar yönünden dört ay, diğer basılmış eserler yönünden altı ay içinde açılması zorunludur”. ------ 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun m.180inci madde 1inci fıkrası “Seçim suçlarından doğan kamu davası, seçimin bittiği tarihten itibaren altı ay içinde açılmadığı takdirde kovuşturma yapılamaz”.
[v] Eski CMUK madde 237 ve üçünc fıkra “Mahkeme vukubulan talep üzerine veya kendiliğinden şahit ve ehlihibre celbini ve başkaca sübut sebeplerinin ihzar ve iradını emredebilir”. 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu m.237/3’de yer alan “re’sen araştırma” ilkesi, 5271 sayılı CMK’da düzenlenmemiştir.
[vii] Sputniknews Türkiye- 27 Ağustos 2017 https://tr.sputniknews.com/turkiye/201708271029896376-yeni-khk-ile-lekelenmeme-hakki-guvenceye-alindi-asilsiz-ihbarla-islem-yapilmayacak/
Comments