Okuyucuya Not 1: Bu Yazı OULIPO tekniği ile kural altında yazılmıştır. Yazıda toplam 44 adet “Dünya” kelimesi geçmektedir.
Okuyucuya Not 2: Burada kaleme alınmış makale, son iki ay içinde katılmış olduğum bir kaç konferanstaki izlenimlerimden sahneler halinde ele alınarak, başta Orta Doğu olmak üzere meselelere yaklaşım biçimi açısından dünya konjonktürüne temasımı ve bakış açımı yansıtmaktadır.
Dön Dünya Bu Senin Arka Yüzün
Küre-i arz'da arzı endam edenlere sabah selam olsun.
İki “Dünya Savaşı” görmüş dünyada önünde rakam ve “Dünya” ismi geçmeyen savaşların iptal edilen gezegen Plüton’da geçtiklerini mi sanıyoruz yoksa onlar sadece bir devinim mi?
Gelecekte Orta Çağ karanlığı diye bir söz kalmayacak. Yeterince aydınlık mı şu an etrafımız? Ne çok sahne var bu tavan arasındaki güneşe hasret çağımızın karanlığına fener tutacak. Karanlığa gömülmüş madenlerindeki facialarının nedenlerini dahi tarihin karanlıkta sayfalarında arayan dev bir enerji otoprodüktör şirketidir, bu dünya.
Daha bir kaç hafta olmadı ABD Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA) önümüzdeki ay (Aralık 2014) Dünya'nın yarısının 3 gün boyunca karanlığa gömüleceğini dünya aleme açıklayalı... Pek bir ironik zira Dünya’nın yarısından fazlası Yeni Dünya Düzeni’nin dünya yıkılsa umurumda değil, diyen gerek gaddar gerekse dünyadan haberi olmayan fabrikasyon OburDünyalıları yüzünden emperyalist barbarlığın, eski adı muasır medeniyet bugünkü hali ile İlerleme ideolojileri bahanesinde devrilen dünyayı dayatma zoru ile kabul görmüş normlar aracılığı ile mazlumların başına yıkanların nefes kesen manipülasyonları sayesinde uzunca bir süredir zaten karanlıkta. Yine de devrildiğini değil evirildiğini iddia etmeleri güreşe doymayan pehlivan misali acıklı bir güldürü.
OburDünyalıların ve onların halkları bölerek yönetme refleksinden arınamamış totaliter veyahut örtülü-totaliter hükümetlerinin iflah olmaz bir ısrarla ayrımcı dil ve politikalarına maruz kalarak kabullenilmiş çaresizliğini üzerinden atamadığı için duyarlılıkları örselenmiş teslimiyetçilerin sayısının değişen şartlarda her gün artarak çoğaldığı bir dünya burası.
Öyle zamanlar olur ki, hümanistliğe aykırı her şeye hayıflanan, aralarına katıldığınız için kıvanç duyduğunu söyleyenlerin sizinle aynı fikriyata sahip olmadıkları anlaşıldığında hakem üst diline geçerek tüm mesaisini sizi yıpratmaya hazır etmiş dünya kadar insan topaklanır boğazınıza.
Memleketimde 6 bin zeytin ağacının kesilişine hüzünlenilen şu birkaç gündür, aralarında Avrupalı parlamenterlerinde olduğu, Ukrayna krizi Orta Doğu'daki gelişmeler, mülteciler, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinin konu edinilip paralel oturumlarda değerlendirildiği Avrupa Birliği Parlamentosu’ndaki Yeşiller/Özgür Avrupa İttifakı’nın çatı partisinin İstanbul’daki konsey toplantısına iştirak ettiğim sırada, oturum arası ve yemek sohbetlerinde “bunları da mı duyacaktım?”, dediğim ama şaşırmadığım pek çok lakırdı ve sığ korelasyonlar. Avrupa ve Avrasya sanki eşitler arasındaki rekabet konuşuluyormuşçasına dünyayı kirli tozpembe görmek konusunda bir kez daha ısrarcı idi.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin, dünya ahret müttefik bacısı Batı'nın ve dünya bir yana biz bir yana diyen Arap Koalisyonunun IŞİD planındaki emperyalizm güdümlü cihatçı çete resmini kaçıranlar için İŞİD mücadelesinin merkez üssünün neden Suriye ekseninde döndüğü ve bunun hem direk hem de dolaylı olarak İran ve Hizbullah’a meydan okuma mücadelesi projesinin sözde üstü örtülerek Dünya kamuoyuna gösterildiği hala bir muamma.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), Demokratik Birlik Partisi (PYD), Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Müslüman Kardeşler, İsrail Ordusu, ve bir de bütün bu oluşumları telaffuz eden seçkinlerin büyük resmi göremeyen kafası karışıklar ordusu. Suriye sınırında Esad taraftarı Dürzileri tehdit edince garantörlük yapan ÖSO’ya bakıp, “ÖSO, Peşmerge, Suriye, IŞİD” kanadında dengenin Suriye aleyhine bozulacağına inananları hayal kırıklığına uğratacak gelişmelerin biri diğerine ekleniyor. Suudi Krallığı, Amerika'yı Müslüman Araplara karşı kışkırta dursun, rejim düşse dahi Suriye’de istikrarı muhafaza edecek ve Siyonizm’e kafa tutacak yeni bir İran projesinin, Hizbullah benzeri oluşumun teşkilatlandığı ve arkasında İslam Devrimi Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleyman’ın olduğu haberleri medyaya yansımış durumda. Batılı istihbarat Örgütleri ise kendi kendini doğrulayan kehanetlere yol verebilmek için ortalığa yalan haberlerini yaydığında buna inanan savunucularını İstanbul’daki konseye Avrupalı muhalefet diye göndermiş. Hazıruna baktığımda, Orta Doğu’da olup biten, kimine göre sırf Müslüman aleminin yarattığı kaotik bir kolaj. Kimi için ise vejetaryen bir silahsızlanmadan söz eden ütopik hayalperestlerin yönetimine bırakılması beklenen bir Hayal Vahası İdaresi. Miladın kendileri ile başladığını sananlar için sadece bir illüzyondan ibaret gidişat. Böyle bir mitomani noktasında zihinlerinde, kendilerini tefekkürden alıkoyan elastikiyet kaybı olan bu muhaliflere muhalif olmamak ne mümkün.
Mülteciler paralel oturumlarından birinde Suriye’deki iç savaşın büyüyüp mazlum sivillerin yaşamlarını kaybetmesinin müsebbiplerini dışarıda bırakan süslü, engin konuşmaları yapan bir kısım aydın aktiviste verdiğim mesajlar parlamenterlerden birinin dudağını büktü ama unutmasınlar Suriyeli sığınmacıların dudaklarında her gün yeni bir uçuk dünyaya geliyor.
“Siz hiç Suriye’den kaçan mültecilere (ki statüleri mülteci değil) ‘açık kapı’ politikası uygulayan hükümete olan öfkesini Suriyeli sığınmacılardan çıkaran bir halk ve o açık kapının arkasındaki gerçeği araştırdınız mı?”, sorumun üzerinin örtülmesine müsaade etmeme çabam, kaçmak isteyen birini tutmakta zorlansa da, ısrarım sorumu cevapsız bırakmak yerine başka konular içinde cevabı bulandırırken hedeften uzaklaşmama değil, katılımcılar arasında bir kaç zihinde “bu cevapsızlığın sebebi niçindir acaba” sualine kilitlese bu bile iyidir noktasında düşünürken bu nevi oturumların beklenen faydasının ehveni şerden daha yüksek olması konusundaki fikrimi ıskalamıyordu.
Dünyaya geldiğinden beri eline diken batmamış olanların böbrek nakli yapılıyormuş gibi ağlayıp kıyamet kopardığı, taş atıp kolu yorulmayanların sırtında küfe taşıdıklarını iddia ettiği bir dünyadır burası. Söz alıp parlamenterlerden birine, “Geçtiğimiz haftalarda Almanya’nın başkenti Berlin’de ‘Suriyeli ve Iraklı Mülteciler’ konulu konferans düzenlenmişti ve gelişmeleri medyadan takip etmiştik. Türkiye’yi temsilen Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru, Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, Ürdün ve Lübnan Dışişleri Bakanlarının da katıldığı zirve konferansta, ‘hatırlıyor musunuz servis edilen haberlerde Steinmeier, IŞİD durdurulmadığı sürece mülteci sorununun çözümünde başarı kaydedilmez dedikten sonra, Suriye’den kaçan mültecilere kapılarını açan ülkelere teşekkür edip 3 milyondan fazla mültecinin Suriye’yi terk ettiğini ve mültecilerin yarısını çocukların oluşturduğunu anlattığında konuşmasında hedef olarak aleni şekilde Batı’dan beklenen bir özenle Suriye’yi hedef gösterirken Koru’nun da Türkiye’nin diğer komşu memleketlere oranla bu yükü daha fazla sırtlandığını ifade ettiği ironik anı’” şeklindeki hatırlatmamda ana mesaj iletim açısından belki de eksik bıraktığım tek nokta sözlerimi daha anlaşılabilir kılmak için cümleyi kısa, yalın parçalara cümleciklere ayırmamış olmam idi.
Üstelik bir cümlenin üzerine başka bir cümle kurar ve sözcükleri değiştirmezseniz dinleyici için bu ülkemizdeki Suriyeli sığınmacıların da mülteci statüsünde olduğunu düşündürebilir. Bu konuya “Hududun İçindeki Suriye” yazı dizimde tekrar değineceğimden burada dünya gözü ile küçük bir çengelli iğne bırakmak istedim sadece.
Din, inanç ve vicdani değerler bir yana, akıl ve muhakeme yetisinin üzerindeki toz ve toprakları silkelemeden çoğu kalem odasındaki efendileri ve aynı zamanda hazinenin kethüdasının hoşlandığı tarzdan bir üslupla muhalefet yapanların da cılız sözleri içinde haklı ve doğru tespitler vardır elbet. Durmuş bir saatin dahi günde 2 kere doğru gösterdiğini zaten biliriz. En çok yanılgıya açık olduğumuz anlar, içine gerçeğin serpiştirildiği palavralara binaen inşa ettiğimiz varsayımlarımızdır. Hele de bunlar dünya çapında meşhur yetkili ağızlar yolu ile geldi ise faka basmak an meselesidir.
Irak’ta Şii yönetimine, Suriye’de Rojava Kürtlerine ve Esad yönetimine karşı hep aynı tableti çiğnemek bana eskiden şehir hatları vapurlarında satılan emtiaların satışındaki komik tekerlemeyi hatırlatır. "Bit pire kertenkele vur kendini yerden yere şu elimde görmüş olduğunuz toz pantolon söküğünden karın ağrısına kadar her derde deva", şeklinde olanı. Nasıl bir kefede tartılıyordu Orta Doğu?
Bugün ÖSO militanları IŞİD militanlarının yemeklerini zehirleyip burnundan fitil fitil getirdiği için cici oldular. Dünyada “olmaz” demeyin yarın bir zamanların öfkeli şimdi terörist çocukları da başka bir sebeple cici olacaklar.Tarih tekerrür ettiği için değil, insan hatıratındaki kaydetme kaideleri değişmediği için bu böyledir. Bu beyaz perdeyi ne zaman görsem bana Stanley Kubrick tarafından yönetilen Otomatik Portakal filmindeki şiddet kethüdası Alex’in arkadaşları tarafından satılıp devlet aygıtının eline düşmesini müteakip gözlerini kırpamasın diye yerleştirilmiş özel çubuklarla zalimden kurban pozisyonuna devrildiğinde, işkence ve zulme maruz kaldığında, acınacak hale gelmesinden mütevellit katile acıyan, acırken de hafızası balığa dönen hayalperest izleyicinin psikolojisini hatırlatır. Elbette ki mazlum - mağdur konumları değişir ve işkence karşısında zulüm görene acıma hissi duymak ve çaresiz bırakıldığında çaresizliğinin giderilmesini istemek vicdandandır, fıtrattandır, bu ayrı bir konudur. Ama bu hafıza yitimine neden olmaktan ziyade orantısız güç kullanımı ile irtibatlandırılacak bir meseledir. Bu anlaşılmadığında İsrail-Filistin meselesinde olduğu gibi Suriye meselesinde de kimin zalim kimin ise karşılık veren, misillemede bulunan taraf olduğunu ayrıt etmek mümkün olmaz. Şimdi tam da burada psikolojik yanılgı şudur: ÖSO Batı’nın (Batılının) gözünde zaten başta da “cici” idi. Yani burada “cognitive conflict” olarak anılan herhangi bir bilişsel çelişki zaten yoktur.
Bu cici muhaliflerin nasıl/kimler tarafından hangi amaçla oluşturulduklarını, bünyelerinde kimleri barındırdığını görmemek için üç maymunu oynamaktan kendilerini alıkoymamalarının arkasında sadece soğukkanlı diplomatik bir duruş olmayıp, tarafı belli olmayan Nasreddin Hoca’nın fıkrasındaki gibi “O da haklı, bu da haklı“ ya da “O gün onlar haklıydı bugün de bunlar haklı” sığ noktasında her seferinde asıl adil olan ve kefesi ağırlıkları yerli yerinde yiğidi öldürse bile hakkını veren de Batı’nın kendisiymiş yutturmacasını bir derinlik gibi önümüze sunanların tabaklarını itiyorum bu sofrada.
Vicdani pusulasının ibresi kopmuş, yön duygusunu kaybetmiş beşerin, aparatın mekanik tartımlarda bir yol haritası ile kayboldukları bir dünya burası. “IŞİD iyi ki varsın... Allah kurşununu azaltmasın" diyenleri de duyduk dediğimde, “olur mu öyle şey” diyenlere . “Allah-u Ekber diyerek kelleler uçurulduğunda bu zalim köpeklerin icraatlarının tüm Müslümanlara mal edildiğine inanıyorsunuz da buna niye inanmıyorsunuz?”, dediğimde kimse ile göz göze gelmemek için tabağıma yönelmemin nedeni sözümün arkasında olmamam değil, onay beklentisi içinde olduğumu düşündürmeme hissimden kaynaklandığının farkındayım. Tabi bu ortamın gerginleşmesinin de önüne geçiyordu.
1 Kasım “Dünya Kobane Günü” çerçevesinde yapılan eylemlere katılanlar arasında müktesebatı okuyamayanların hakkaniyetten ziyade Siyonist Kürt Devleti kurulması çabalarına destek verenlere karıştığına da şahit olduk, şu fani dünyada. Diğer yandan Kürt meselesinde çatışmanın kök nedenlerine/ kökenine inmeden, devletin gerek şimdiki rolüne, gerekse tarihsel sorumluluğu alarak geçmişteki menfi hakikatlerle yüzleşme kısmına bakılmadan, vurdumduymaz gözükmemek için seçilmiş “vah vah, ah ah bölücü örgütler memleketi ne hale getirdiler bir şeyler yapılmalı” ezberi üzerinden bir Çatışma Çözüm sürecinden bahsedilemeyeceğini anlamaktan uzak hazımsız alaturka zihinlere, “Bakın sizin bu söylediğinizin aynısını az ilerde yukarda beş dakikalık yürüme mesafesinde Gezi Parkı var orda simit satan adamlar da söylüyor, siz farklı ne söyleyeceksiniz merak ediyorum”, demek zorunda kalmasaydım öğle yemeğimi belki daha rahat sindirirdim. Dilimdeki kırbaç onlara değil, fikirlerini sunarken bu lakayt üsluplarına yönelikti elbette.
Benzeri durumlar geçtiğimiz ay Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezinin tertip etiği ve 14-17 Ekim 2014 tarihleri arasında Türkçe, Arapça, İngilizce 3 dilde sunumlarla gerçekleşen Ortadoğu’da Siyaset ve Toplum Kongresi’nin ikincisine yaklaşık 3 günlük bir süre katılma imkanı bulduğumda da yaşandı. Panellerin ber-mu’tâd neredeyse tamamının sathına yayılmış, hangi gayeyi güttüğü pek de kapalı olmayan ve şiddet yanlısı bir gaddar olduğu konusunda ısrarcı oldukları Esad’a karşı (Esat karşıtı) söylemlerinin ağırlıkta oluşuna tanık olmam her ne kadar böylesi bir akıbete gidişatın ve büyük emellerin tabiatı gereği şaşırmamış olsam dahi rejimin Suriye halkına saldırması sakızını ağzında sürekli çiğneyen cesetleri ve kemikleri her tarafa dağılmış kelimelerin diziminden oluşan fantastik kurgunun kulaklarımda yarattığı vızıldama iritasyonunun önüne geçmediği gerçeğini de değiştirmiyordu. Bunlar nasıl yıpranmış bir iç dünyasının çakma ürünüydü.
O sırada, tezkerenin TBMM’de oylanmasını müteakiben İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Mevlüt Çavuşoğlu’nu arayarak Türkiye’nin Terörizmle mücadele yöntemlerine bakarak bölgede tansiyonun artmasına sebebiyet verecek herhangi bir şey yapmaktan kaçınması konusunda Devleti Aliye’yi, dünyayı başınıza yıkarız uyarışı ve ülke içinde tezkereye destek vermemenin IŞİD'e destek vermekle özdeş tutulması ile ilgili anlamsız, kasıtlı konuşmaların yapıldığı günler canlandı zihnimde. Hey gidi kavanoz dipli dünya. Üst akılla paralel yapıdan çok başlılık çıkaran bir ejder bulur elbet, bu ameliyat için bir neşter.
Şu ölümlü dünyada sınırsız olanın arzular mı yoksa ihtiyaçlar mı olduğuna henüz aymamış Oburdünyalıların kulu olma şerefine nail olmuş olanlar artık ortaya nasıl berrak bir perspektif koyacaklarsa, isterlerse istişareler neticesinde tüm kabahati hurma çekirdeğine de atabilirler.
Batı’dan gelmiş Oryantalizmi ve onun beraberinde getirdiği dar perspektif ve fikriyatı bir yana bırakıp dünyadan elimizi eteğimizi çekmeden, dünyanın dört bucağında Beyaz Saray Pentagon, AkSaray ya da Buckingham sarayından gelen bir üst dille ekmek kıtlığında pasta ile idare edin üslubunda Batı’nın makyaj hileleri ile servis edilen haberlerde ortak tehditler olarak yer alan unsurların ne olduğuna uyanıp barışı hakikati adaleti dünya gözü ile görecek miyiz yoksa hala şempanzeden evirildiğini sanan kendini aklı selim bulan sözde entelektüellerin ve gangsterlerin sayesinde dimağımızın aklımızın vicdanımızın iğdiş edilmesine müsaade mi edeceğiz? Dünya durdukça bu sualleri sorarken, adil ve hakkaniyetli çözümlere yönelik düşünce ve eylem üretmemiz temennisi ile... Yoksa dünya bir yana, bir meseleyi samimi bir şekilde insaniyet lehine çözmek ile bir süre daha katlanılır hale getirip sömürü düzeninin devamını sağlayarak, beşerin mağlubiyetine soğan doğramanın ayırdına varmak diğer yana. Dünyanın tamamı karanlıkta kalsa bile madem ki Dünya Bankası işini yapıyor, biz de “gözümüzü karanlığa alıştırmayacağız” diyenlerimiz ile yürünecek dünya kadar yol var daha.
H.Çiğdem Yorgancıoğlu
10 Kasım 2014
http://www.cigdemyorgancioglu.org/
Comments